+0 بگندیم
آچار سؤزلر :
تاریخ,
ضیا گؤک آلپ,
تورکچولوک,
Ziya Gökalp’e Göre Felsefî Türkçülük
Prof.Dr. Mevlüt UYANIK
ÖZ:
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin oluşmasından önemli etkileri olan
Ziya Gökalp’in fikirlerini “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” için
yapılan okumalarla güncellemek önemlidir. “Altın Yurt” Turan’ın uykudan
uyanması, Karakurum’un buyruksuzluktan, Altınordu’nun dağınıklıktan kurtulması
için “Büyük Oğuz İttihadı’nın son aşaması olan Turan birliğinin hars/kültür
açısından kurulma önerisinin Türk Devletler Teşkilatı ile pratiğe geçirildiği
günümüzde fikirlerini M.Fuad Köprülü ve onun talebesi Halil İnalcık üzerinden
takip etmek gerekir. Bu düşünürlere ilaveten Türk Tarihini
“Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti” sürekliliğindeki “sırrı” Erol Güngör’ün
sosyal psikoloji desteğini alarak anlamaya çalışıyoruz. Türklerin farklı zaman
ve farklı mekânlarda devlet kuran zihniyetini, Türk Aklının mahiyetini ve
farklı hüviyetlerle devam ettirmesinin felsefî açıdan tahlili önemlidir.
Bu bağlamda bildirinin yakın hedefi Ziya Gökalp’ın “Türkçülük, “siyasî bir
fırka değildir, ilmi, felsefî, bediî bir mekteptir; başka bir tabirle harsî bir
mücadele ve teceddüt/yenilenme yoludur” tespiti günümüze ne der sorusunun
cevabı aranacaktır. Özellikle “Felsefî Türkçülük” tasavvurundaki yüksek ve halk
felsefesi” şeklindeki ayrımının ne derece tutarlı olduğu üzerinde durarak, bir
“Gökalp Eleştirisi” yapılacaktır. Kızılelma şiirinde “Ne bir Türk hukuku, Türk
felsefesi/Ne Türkçe inleyen bir şair sesi/Şair, hakîm gelmiş bizden de
çokça/Kimi Farisî yazmış, kimi Arapça/Fransızca, Rusça, Çince yazmışız/Türkçe
ancak birkaç hece yazmışız./Bakınız mesela: Yazmış koskoca/Fârâbî Arapça,
Karamzin Rusça/ ifadelerinden hareketle Türk Aklının dönemindeki hâkim dillerde
ürettiği metinlerin Türk Felsefesi bağlamında değerlendirme imkanı müzakereye
açılacaktır.
Bu açıdan bildirinin uzak hedefi, farklı din (Hristiyanlık-Musevîlik) mensubu
olmanın yanı sıra farklı dil konuşan Türklerin ürettiği fikirlerin onları
yüceltmek olarak değerlendirmenin yanı sıra kurucu özne sıfatıyla Türk
felsefesi içinde değerlendirilmesine katkı sağlamaktır. Bildirinin olası
katkısı ise Gökalp’i yeniden düşünmeye çağrı yaparak, “en yanlış bilinen ya da
çarpıtılmış yönlerinden birisi olan Türk milliyetçilik tasavvurunun tashihine
yöneliktir. Eğer onun dil ve kültür esasına dayalı, ulusların eşitliğine inanan
kültürel milliyetçiliği tasavvuru güncellenirse bu yanlış anlamaların
giderilmesine katkı sağlanabilir.
Anahtar Terimler: Türk
Felsefesi, Ziya Gökalp, Büyük Oğuz İttihadı, Kızıl Elma, Altın Yurd
The Philosophical
Turkism According to Ziya Gökalp
Abstract:
Ziya Gökalp, who was a pivotal figure in shaping the foundational philosophy of
the Republic of Turkiye, had significant affect on Turkish intellectual
thought. This paper proposes an revision in Gökalp’s ideas through the lens of
“Reterritorializing Philosophy in Anatolia.” The concept of the “Golden
Homeland,” associated with Gökalp’s vision for the Turanian Union, represents
the culmination of the “Great Oghuz Union” in cultural terms. This vision has
been partially realized through the Organization of Turkish States. And
Gökalp’s student M. Fuad has made strides for actualizing these ideas.
Additionally, the work of Köprülü and his student Halil İnalcık should be
acknowledged. Turkish history, viewed through the philosophical continuity from
the Seljuk Period, through Ottoman Empire, to the Republic of Turkiye, can be
supported by Erol Güngör’s concept of state-establishing mentality, which
maintains its core identity across different eras and regions.
This paper aims to address the immediate goal of clarifying that Gökalp’s
concept of “Turkism” is not merely a political faction but is a scientific,
philosophical, and artistic discourse. Specifically, it will explore how
Gökalp’s notion of “spiritual struggle and path of renewal” applies to
contemporary issues. A critical analysis of Gökalp’s distinction between “high
philosophy” and “folk philosophy” will be undertaken within the framework of
“Philosophical Turkism.”
The analysis will also examine Gökalp’s poem “Kızılelma,” particularly its
reflection on the development of Turkish law and philosophy, and the role of
Turkish language in this intellectual tradition. This involves evaluating the
influence of dominant languages and their impact on Turkish thought, as
referenced in the lines, “Some wrote in Persian, some in Arabic/French,
Russian, Chinese/We only wrote a few syllables in Turkish.”
Furthermore, the paper will explore the potential for re-evaluating texts
produced by Turks who spoke different languages or adhered to different
religions (e.g., Christianity, Judaism) within the context of Turkish
Philosophy. This re-evaluation aims to contribute to a more nuanced
understanding of Turkish Nationalism and correct prevalent misconceptions or
distortions. By rethinking Gökalp’s concept of cultural nationalism, which
emphasizes language and culture and advocates for national equality, the paper
seeks to address these misunderstandings and offer a revised perspective on
Turkish nationalism.
Keywords: Turkish
Philosophy, Ziya Gökalp, Great Oghuz Union, Red Apple, Golden Homeland
Giriş:
Ziya Gökalp, (1876-1924) Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin oluşumunda
dolayısıyla da kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk üzerinde oldukça etkili olan
aydınlardan birisidir. Gökalp, okulundan düzenli ve yöntemli Batı kültürünü
alırken, döneminin âlimlerinden olan amcası vasıtasıyla Doğu kültürü ve
Türk-İslam âleminin seçkin eserlerini okumuş, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın
yazıları ve şiirleriyle oluşmaya başlayan “milliyetçi” söylemi benimseyen özgün
bir düşünürdür. “O kadar ki, Milli Türk devletinin kuruluş döneminde Gökalp
Türkçülüğünün sosyal-ideolojik yorumuna yöneldi.” (Gökalp, 1982, s. 60;
1981,173-176, İnalcık, 2014, s.328, 331) Türkçülük inancını 15 yaşındayken
okuduğu Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmani” ve Süleyman Paşa’nın ”Tarih-i
Âlemi” adlı iki esere bağlayan Gökalp, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti
arasında “köprü” ve “kurucu” âlimlerinden olup, Türk Milliyetçiliğinin
teorisyenlerindendir. (Gökalp,1976c, s.57;1982, s.306; İnalcık,2016, s.77)
Osmanlı Devletinin yaşadığı sorunların nasıl aşılabileceğine dair Türk Yurdu
Dergisinde yayımladığı (1918) ve Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak ismiyle
bir araya getirilen metinlerinden dolayı ona “Bir İmparatorluk Entelektüeli” de
denilir. Gökalp’in deyimiyle, bir milleti ilmî surette incelemek için öncelikle
geçmişte ve bugün nasıl olduğunu aramak demektir. Bu yapılırsa
gelecekte/istikbalde nasıl olması lâzım geldiği üzerine düşünebiliriz. Türk
Hikmeti/Felsefesi bağlamında Türk Medeniyetinin evrelerini İslam dinine
girmeden öncekine “Eski Devir”, İslamiyet’i kabul ettikten Garp Medeniyetiyle
yüzleşince kadar ki döneme “Orta Devir”, kabul ettikten günümüze kadarki
olanına “Yeni Devir” şeklinde tasnif edilir. Onun “Türkleşmek, İslamlaşmak ve
Muasırlaşmak” adlı eserini bu tasnifleme ışığında okumak gerekir. Bu yazılarda
Türkleşmenin diğer tutumlarla bir çelişki içinde olmadığına vurgu yapar, hatta
Türk Milliyetçiliğinin İslamlık ve Osmanlılığa yapacağı katkılara dikkat
çekerek, üç bakış açısının bir arada yürütülme imkânı üzerinde durur. “Bunlar
birbirine zıt kavramlar olmayıp, tek merkezli üç daire gibi birbirini kapsayan
ve tamamlayan toplumsal realiteler” olduğunu söyler. Osmanlı-Türkiye
Cumhuriyeti geçiş sürecinde “köprü entelektüel” olması bu nedenledir. (Gökalp,
1976, 1-13; İnalcık, 2014, s.346, Coşkun, 2004, s. 71) Onun fikirleri “Genç
Türkiye”ye biçim verdi, ruh kazandırdı. Çeşitli konulardaki ileri görüşleri,
Cumhuriyet’in güç aldığı temel kurum ve kuruluşların kurulup, gelişmesinde
etkili oldu.” (Gökalp, 1976b, 25-26, 2018, 1981, s. 2945 vd, 1974, 11, 2014,
32, 1977b, 3. Ülken, 2020,11, Heyd, 1980,7-9; Mazlum ve Gölbaşı,
2009)-,s.226-229)
Bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin esas teşkilâtını biçimlendiren, Türk devlet
adamlarına ilham veren zihniyeti tanımak isteyenler Ziya Gökalp’in fikirlerine
dikkat etmelidir. Çünkü 1908’de İttihad ve Terakkî ideolojisini tespit ödevi
ona verilmişti, bu açıdan Cumhuriyetin manevî kurucularından biri, belki de bu
kuruluşta payı en büyük olanıdır. O, “Modem Türkiye”nin siyasî ve fikrî
gelişmeleri içinde bir nirengi noktası olarak değerini korumaktadır. Çünkü
kendi sistemini kuran bağımsız bir filozof, kamucu bir aydın olarak başta
Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, İkinci Meşrutiyet, Kurtuluş Savaşı ve
Cumhuriyet dönemlerinin siyasal, toplumsal ve kültürel hayatında etkili olan
yönetici ve aydınların düşüncelerini derinden etkilemiştir. Diğer bir ifadeyle
Gökalp’in korporatist sistemi, çağdaş Türkiye’de egemen siyasal düşünüşün hem
en yetkin ifadesi, hem de biçimlendiricisi olmuştur. Bu açıdan “maşeri
vicdan”da zaten olgunlaşmış olana “idrak” kazandırmış kişidir” denilir.
(Gökalp, 1982), 33, 1977a,s.32, 107,Heyd, 1980, s. 7, 9,33, 126, İnalcık, 2016,
s.189; Parla, 1982, 33, 49-53, 73)
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine önemli katkılar yapan köprü
düşünürlerden olmasına rağmen Gökalp’in “en yanlış bilinen ya da çarpıtılmış
yönlerinden birisi “milliyetçilik görüşü”dür. “Olgunluk çağında iyice
törpülenen “mefkürevi” Turancılığı sağda övgüyle, solda yergiyle karşılanmıştır,
ama onun kesinlikle “ırk”a ve “dünya hâkîmiyeti”ne dayanmayan, çok net biçimde
dil ve kültür esasına dayalı, ulusların eşitliğine inanan kültürel ve barışçıl
milliyetçiliği göz ardı edilmiştir.” Nitekim Gökalp Divanu Lugati’t-Türk’ten
hareketle devlet/il teriminin “sulh/barış” anlamına geldiğini söyler. O,
İlçi/elçi teriminin “’barışçı” demek olduğuna dikkat çekerek, “Eski Türkler’de
devlet, barış dininden doğduğu için devlete de il adı verildi” der. (Gökalp,
1991, 124, 1981, 9-55, 99; 1977c, s. 39-49) Üstelik “O, çağdaş Türk
milliyetçiliğini/ulusçuluğunun kan bağı ve ırk gibi biyolojik esaslar üzerine
kurmaz. Millî duygu ve hasletler üzerinde yükselen çağdaş bir milliyetçilik
oluşturulmasına önemli katkı sağlar. Çünkü “O, ulusçuluğu tanımlarken Türk, Türk
kanı, Türk ırkı gibi kavramlardan değil, etnik ve dinsel inancı ne olursa olsun
kendini bu ülkeye ait hissetme olgusundan hareket etmiştir. Bugünkü Atatürkçü
Türk ulusçuluğu da bu temel parametre üzerinden tanımlanmaktadır.” (Mazlum ve
Gölbaşı, 2009, s.236, Osmanağaoğlu, 2008,9, Türkman, 2003, s.157)
1. Ziya Gökalp’e Göre
Felsefî Türkçülük
Gökalp, “Türkçülüğün Programı”nı sekiz bölüm şeklinde açıklar. Bunlar, Dilde
Türkçülük, Bediî/Estetik Türkçülük, Ahlakî Türkçülük, Hukuki Türkçülük, Dini
Türkçülük, İktisadi Türkçülük, Siyasî Türkçülük ve Felsefî Türkçülüktür.
Gökalp felsefenin “Muakele” yani idrak etmek, karşılıklı akıl yürütmek,
tefekkür etmek olduğunu belirtir. Felsefe düşünmek için düşünmek, yani
menfaatsiz, garazsız ve hasbî karşılıklı bir düşünüştür. O, bu tarz düşünüşü
“spekülasyon” terimi ile ifade eder. “Felsefe ilimle çelişkiye düşmemek
şartıyla ruhumuz için daha ümitli ve daha vecdli daha teselli edici, daha çok
saadet bahşedici, bütün yeni ve özgün varsayımları ortaya atabilir. Zaten
felsefenin vazifesi bu gibi varsayımlar ve görüşleri arayıp bulmaktır. (Gökalp,
2014, 204-205; Tuncay, 1978, s. 224-227)
Gökalp, (müspet/pozitif) ilim ve felsefe arasındaki farka dikkat çekerek
tahlillerine başlar. Felsefenin ilme dayanmakla birlikte ilmî düşünüşten başka
bir türlü düşünüş tarzı olduğunu belirtir. Ona göre, başlangıçta bütün bilgiler
felsefenin içindeydi, hem teorik hem de pratik olmak üzere genel bir bilim
demekti. Felsefenin ilahi ve beşeri her şeyi açıklamak ve güzeli aramak ve iyi
olanı yapmak hususlardaki faaliyeti sevk ve idare etmek şeklinde iki hedefi
olduğunu söyler. Döneminde özel bilimler bağımsız bir hayat yaşamak üzere birer
birer ondan ayrıldığı için felsefenin işinin sınırlandığını düşünür. Ona göre,
felsefenin objektif ve müspet unvanlarını alabilmesi, ancak bu sıfatları
taşıyan ilimlerle uygun olması sayesindedir. İlmin olumsuzladığı/nefyettiği
hükümleri felsefe ispat edemez,ilmin ispat ettiği hakikatleri felsefe
olumsuzlayamaz. (Gökalp 1982, s. 3, Osmanağaoğlu, 2008, s. 8,39, Karaveli,
2008,162)
Döneminin hâkim felsefe modelinin pozitivizm olduğu düşünülünce kendi içinde
tutarlı gözükür bu tespitler, ama günümüz açısından tutarlı olduğu söylenemez.
Çünkü bilim tarihi ve bilim felsefesi arasındaki fark dikkat edersek, bilim
tarihinde farklı zamanda farklı teoriler ile evrenin işleyişi açıklanmaya
çalışılmıştır. Batlamyus, Kopernik, Newton ve Eintesin’in ortaya koyduğu
teoriler, evrenin oluşumu/işleyişine dair olup yanlışlanana kadar,
işlevselliğini korumuştur. (Uyanık, 2024a, s. 117-128, 2012, 7-18, 2019d,s.
331-366)
“Felsefî Türkçülük” hususuna gelirsek, Gökalp, felsefenin değerini belirlemenin
müspet ilimlerle uygun/ahenkli olması ve ruhlara büyük ümitler ve teselliler,
saadetler vermesiyle ölçüleceğini belirtir. Bu yönüyle felsefenin sübjektif
olduğunu, bunun da millî bir boyutu olduğunu gösterir. Her milletin kendine
özgü bir felsefesi olduğundan dolayı, ahlakta, bediîiyatta (estetik ve güzel
sanatlarda) ve iktisatta olduğu gibi felsefede de Türkçülük olabilir. (Gökalp,
1982, 5-8, Tuncay, 1978,s. 149-150)
Bu noktada “Türk Felsefesi”nin “Osmanlı Felsefesi”nden farklı olduğunu O hars
ve medeniyet farklılığı üzerine oturtarak bu ayırımı yapar. Gökalp, bunu
müzakere ederken, “Felsefede refah mı, saadet mi öncelenmeli?!” sorusu bağlamında
görevinin hayatın bu en mühim sualine cevap verebilmek olmasından hareket eder.
Bu hususta samimi ruhlu insanların derin bir surette düşünmesine felsefe”
denildiğini belirtir. Ona göre, “Buradaki felsefe, filozofların felsefesi
değil, herkese mahsus olan kıymet/değer telakkisinden ibarettir. Mesela, bazı
adamlar refahı saadetten mukaddem/öncelikli bilirler, bazıları da saadeti
refaha takdim ederler/öncelerler. Bu iki türlü görüş, o iki taifenin
felsefeleridir. İşte, Osmanlı yöneticileri/zimamdarları en büyük değeri refaha
veriyorlardı. Orada oluşturulanı “yüksek saray medeniyeti” halk kültüründen
kopuktur. Türk halkı ise, refahı ikinci dereceye indirerek birinci dereceyi
saadete hasrediyordu.” Bu ayrımı son derece önemlidir, çünkü Refah, uzvî
ihtiyaçların mükemmel bir surette tatmin edilmesi, saadet, içtimâî mefkûrelerin
yükselmesinden duyulur. “Bu saadetin fiilen tahakkuk etmesinden doğan
sevinç/meserret gizlidir/hafidir. İşte, Türk halkının refahtan mahrum olduğu
halde, niçin daima mesut olduğu, Osmanlı yöneticilerininse (zimamdarlarınınsa)
büyük bir refah içinde yaşadıkları halde niçin daima hallerinden şikâyet
ettikleri, bu iki ma’kûs (karşıt, birbirine ters olarak konumlanmış) felsefe
ile izah olunabilir.” (Gökalp, 1977c, 46, 2014, 204, 1981,s. 46)
İnalcık, bu ayırım son derece önemli olduğunu söyler: “Öz bütünleşmiş kimliğini
saklayan bölgesel halk kültürleri; millî bilinçlenme ve millî devletlerin
kuruluş sürecinde, millî kültürün temeli olarak ele alınmıştır. Aynı süreçte
Türkiye’de, şehirler dışında nispeten bağımsızlığını korumuş, Avrasya
geleneklerine bağlı kalmış Türkmen kültürü, “millî kültür” varlığının temeli
sayılmış; aydınlar Türk “harsı’: Türk dili, Türk edebiyatı, Türk tarihi için
Avrasya kaynaklarına yönelmişler, “Osmanlı medeniyeti: Türk’e yabancı,
kozmopolit, yapay bir kültür olarak inkâr edilmiştir. (Gökalp’in, E. Durkheim
ve daha çok Gaston Richard yoluyla Alman Gemeinschaft sosyolojisinden alarak
geliştirdiği: “hars” (kültür) ve medeniyet ikilemi, Türkiye Cumhuriyeti kültür
tarihine damgasını vurmuştur. Fakat Türkiye’de, özellikle son yarım yüzyıl
içinde, şaşırtıcı bir biçimde “Osmanlı medeniyeti”, millî kültürün vazgeçilmez
bir parçası ve devamı sayılmaya başlamıştır. Aynı soru, dinde bilinçlenme,
Cumhuriyet Türkiyesi’nin Osmanlı Devleti’nin devamı gibi algılanmasında ortaya
çıkmıştır. Başka bir örnek vermek gerekirse, sanat tarihi kongrelerinde Osmanlı
sanatı, “Türk Sanatı” olarak benimsenmiştir.” İnalcık, 2016, s. 242-245)
Teorisyen olmanın ötesinde verdiği derslerle bilgi ile hayat arasında bir köprü
kurmayı amaçlayan Gökalp, ilkokuldan yükseköğretime kadar eğitimin önemine
dikkat çekmiş ve öğretmenlerin akademik ve bilimsel şekilde yetişmeleri
gereğini vurgulamıştır. Eğitimin bütün süreçlerinde tartışmaya, sorumluluğa,
özgürlüğe ve rekabete dayalı bir felsefî eğitim sistemi oluşturmaya
çalışmıştır. (Gökalp, 1977a, s. 13; Bircan, 2019,s.52)
1.1. Gökalp’in
“Türklerde Az Filozof Çıkmıştır” İddiası
Gökalp, Türklerin hayatlarının sürekli mücadele ile geçtiğini, bu nedenle sırf
düşünmek için düşünmeye vakit ayıracak çok az adam yetiştirdiğini söyler. Bu
kimselerin de düşünüş yollarını bilmediklerini, mefkûrelerini iyi idare
edemediklerini, çoğunlukla dervişlik ve kalenderlik çıkmazlarına saptıklarını
düşünür. Bununla birlikte Türklerin arasında şimdiye kadar az filozof
yetişmesi, Türklerinin muakaleye yani hasbî (çıkarsız, garazsız) felsefî
sorgulamaya yeteneksiz oldukları sonucuna götürmez. Bunun gerekçesi ona göre,
Türklerin henüz müspet ilimlere huzur ve istirahatçe muakaleye yani felsefî
üretimi mümkün kılacak bir seviyeye yükselmemeleridir. (Gökalp, 2014, s.205,
Osmanağaoğlu, 2008, 24).
Bu nokta da “halk felsefesi” ve “yüksek felsefe” ayrımı yapan Gökalp’e göre,
Türklerin felsefece geri kalmaları yalnız yüksek felsefe açısından doğru
olabilir. Bu nedenle “Türk edebiyatı ne Âşık Paşa ile ne de Nevâî ile başlamaz”
der. Bunların “Yüksek Felsefe” olarak sunulmasına karşı çıkararak “Edebiyatın
kaynağını hem taşa kazınmış yazılarda, ceylan derilerinde, hem de halkın
koşmalarında, masallarında, destanlarında aramak gerektiğini” söyler. Gökalp,
Arap ve Fars akıllarının çıkarımlarının ortaya çıkardığı İslam tasavvurlarının
millî bünyeyi yozlaştırdığını düşünür. Bunun yerine millî kimliğin de
yaşamasına imkân tanıyan bir Türk Müslümanlığı fikrînin gelişmesi için gayret
göstererek, zühdî tasavvuf yerine ilahî âşka, geniş bir hoşgörü ve insan
sevgisine dayanan Varlığın Birliği (vahdet-i vücûd) öğretisinin öncelenmesi
gerektiğini söylemiştir. (Gökalp, 2018, s. 45 vd. Uyanık, 2021, s. 265-302)
Modern dönemde milli kimliğin, Türk milleti tasavvurunun ve felsefi duruşunun
bu kültür üzerine inşa edilebileceğini söyle açıklar: “Türklerde yüksek felsefe
ilerlememiş olmakla beraber, halk felsefesi gayet ileridir, yüksektir. İşte
felsefî Türkçülük, Türk hakkındaki bu millî felsefeyi arayıp meydana
çıkarmaktır. O kadar ki “halen halk tabanında yaşamakta olan kültürel öğelerin
aşağıdan yukarıya süzülerek rafineleştirilmesi ve böylece bir millî kültür
oluşturulmasını gerekir.” (Mazlum ve Gölbaşı, 2009, s. 231, İnalcık. 2016, s.
35. 240; Yıldırım, 2020, s. 345)
Gökalp, “Türk harsı” ile “Osmanlı medeniyeti” mukayesesinde “Hangi Türklük?
Hangi Osmanlılık?” diye soracak olursanız, “Vatanımızda asırlardan beri yan
yana yaşadıkları halde, birebiriyle kaynaşmayan Türklük ile Osmanlılığı
kastediyorum” der. Ona göre, Türk Harsı üzerine yükselen “Halk felsefesi” bizde
bütün milletlerden daha yüksektir ve Çanakkale savaşını kazandıran da budur. O
kadar ki Asya, Avrupa ve Afrika’da bütün milletleri yenmişler egemenliği altına
almalarını Türk felsefesinin bu milletlere ait felsefelerin hepsinden daha
yüksek olmasına bağlar ve “Bugünde öyledir. Yalnız şu varki maddi medeniyet
açısından gerilime var. Medeniyetce onlara müsavi olduğumuzda cihan hakimiyeti
yine bize geçecektir” der. (Gökalp, 1977c, s.44, 2014, 205)
Peki, bu durumda niçin şiirinde “Türk Felsefesi yoktu” der? O dönemde üretilen
Türkçe metinlerin konumu neydi? Farsça ve Arapça yazılan metinler Arap ve Fars
kavimlerine mi hizmet ediyordu? Bu sorunun cevabı için öncelikle “Türk Aklı ve
Ürettiği Müslümanlık Tasavvuru” üzerinde kısaca durmamız gerekir. Çünkü
İslam’da, bin yıllık kültür tarihimizde Türk asıllı bilginler çoğunlukla
Arapça, Farsça bazen Türkçe yazmışlardır.” (İnalcık, 2016, 69, 144, 150-152)
2. Türk Aklı ve
Ürettiği Felsefe
M.Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı klasik eserinde, Ahmed
Yesevî ve Yunus Emre’de İslam medeniyeti dairesinde özgün Türk dini
düşüncesinin kaynaklarını ayrıntılarıyla inceler. Türk Müslümanlığı ifadesini
Yesevî ile özdeşleştirir, Anadolu’daki izdüşümü ise Yunus Emre’dir, der.
(Köprülü, 1991,s.1-2, 18-19, 76) Bu eseriyle Köprülü, Gökalp’in düşlediği sürüp
gelen öz “millî kültür”, “millî ruh” üzerinde bilimsel araştırmaların temelini
atmış bulunuyordu.” (İnalcık, 2016, s. 87,90-91) Çünkü Gökalp’e göre, ‘Türk’çe
düşünmek; “Türk gibi duymak, Türk gibi düşünmek, bilhassa Türk gibi irade edip,
Türk gibi çalışmaktır. Bu noktada kimin ne kadar Türk olduğunu ancak içtimâî
sireti (toplumsal görünüşü) göstereceğini söylemesi (Siretin suretine
yansıması) önemlidir. (Gökalp, 1980, s. 37)
Bu bağlamda Türkistan’da temelleri atılan Türk’çe düşünüş ve Türkçe deyişlerle
Türk Felsefesinin metafiziknu boyutu anlaşılır ve yaşanabilir bir şekilde
ileten Yunus Emre ve onun takipçilerinin Anadolu’da verdikleri eserler, Türk’çe
Düşünüş, Türkçe Felsefe ve Türk Felsefesinin temel metinleridir. “Felsefeyi
Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak: Türk Felsefesine Giriş” okumalarımızın temel
hedefi bu metinleri analiz etmektir. (Uyanık, 2016a, 191-214; 2020, s. 21-45,
2016, s.80 vd, 2022b, 182-211)
Bunu Anadolu Uygarlıkları üzerine çalışan arkeolog Akurgal’ın ifadesiyle
söyleyecek olursak, “Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde büyük aşamalara ulaşan
Türk kültürü, Orta Asya, eski Anadolu ve Akdeniz-Ege kökenli olup İran/Pers,
Arap ve Batı etkileri”ni araştırılmalıdır. Atayurt ve Anayurt irtibatını
sağlayan Selçuklu ve Osmanlı’nın (diğer kadim milletlerin kısa süreli ve bazı
kısımlarına sahip oldukları) Anadolu’ya bütünüyle hâkim olmaları ve Türkiye
Cumhuriyetinin burada kurulma sürecini incelemek, Türk Felsefesinin pratiğe
aktarılması olarak görülebilir. (Akurgal, 1998, s. 9, 33, 214)
Bu noktada Erol Güngör’ün iç eleştirilerine dikkat ederek Türk Tarihini
bütüncül okuma çabasını devam ettirerek, Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyetini
kuran kültürel süreklilikteki “sırrı” keşfedilmelidir. Bu, Türk Müslümanlığının
Arap ve Fars Müslümanlık tasavvurlarından farklılığını ortaya koyacaktır.
Böylece Gökalp’in bir Osmanlı Entelektüeli olarak duyduğu kaygıların sebebi de
ortaya çıkabilir. Burada dikkat edilecek husus, farklı bir coğrafyada farklı
bir kültürde (harsta) yaşanılan sorunları merkeze alarak çözümler üretmek için
gönderilen ve Hz. Muhammed tarafından uygulamaya konulan öğretinin farklı zaman
ve mekanlarda yaşayan farklı ırklara/kavimlerin içinde yaşadığı sosyo-politik
şartlara göre okuması ve farklı (Fars, Türk, Maley, Kuzey Afrika vb)
Müslümanlık tasavvurları olmasıdır. Arapların tarihsel şartlarının
mutlaklaştırılarak tarihsici (neo-selefi) bir şekilde farklı coğrafyalarda
yaşayan Müslümanlara taşınması tutarlı değildir. (Güngör, 2006, 68-77,80,
Uyanık, 2017: 175-234, 2023a, s. 255.; 2023d, s.38-68)
Bunun bir de İslam öncesi dönemi olduğuna dikkat edersek, “Türk Felsefesi”
Bumin Kaan’ın kurduğu Göktürk Kağanlığı (552-745) Mustafa Kemal Atatürk ve
arkadaşları tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Aklının
ürettikleridir. Diğer bir ifadeyle birçok devleti farklı zaman ve mekânlarda
farklı isimlerle/hüviyetlerle kuran zihniyet/mahiyetin analizidir. Burada “Türk
adı, aslında siyasî kimlik ifade etme” sürecine işaret eder. Bu tarihsel
birikimi değer/aksiyoloji açısından incelenmesi Türk hanedanlarının egemenliği
altına girmiş, Türkçe konuşan yerel halkların birçoğunun da tarihidir. Zira
bunlar Türk kimliğini almışlardır. İlkin Göktürk siyasî egemenliği (V-VIII.
yüzyıllar) bu halklara ortak Türk adını kazandırmıştır.” (İnalcık, 2016,s. 268,
Uyanık, (2018a, 179-199, 2018b, 137-191, 2023a, s. 28:35-43; 2019e, s.8-23)
Görüldüğü üzere Türkiye Cumhuriyeti aynı süreci takip etmiş ve vatandaşlık
tanımını bu birikim üzerine kurmuştur ki, bunda Gökalp’in etkisi açıktır.
3. Türk Felsefesi ve
Büyük Oğuz İttihadı
Bana göre “Türk Felsefesi”ni hars üzerinden tanımlamak demek, “Büyük Oğuz
İttihadı”nı tahlil etmeyi gerektirir. Buna dair görüşlerini Türkçülüğün
Esasları adlı eserinde Gökalp, şöyle açıklar: “Bugün harsça, birleşmesi kolay
olan Türkler, bilhassa Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Türkiye Türkleri gibi,
Azerbaycan, İran ve Harzem ülkelerinin Türkmenleri de Oğuz uyruğuna
mensupturlar. Binaenaleyh, Türkçülükteki yakın mefkûremiz Oğuz ittihadı yahut
Türkmen ittihadı olmalıdır. Bu ittihattan maksat nedir? Siyasî bir ittihat mı?
Şimdilik hayır! İstikbal hakkında bugünden bir hüküm veremeyiz. Fakat bugünkü
mefkûremiz, Oğuzların yalnız harsça birleşmesidir.” (Gökalp, 1978, 20, 1968, s.
22, 2019, s.94, Uyanık, 2019a, 30-34)
Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliği tasavvurunu oluştururken Turan’dan Türkiye
Türkçülüğüne geçerken Oğuzculukta (1916) duraklar. Çünkü Rusya’da 1917 ihtilali
olur ve SSCB kurulur. Bu nedenle mefkûresinin ilk adımını reel politikaya uygun
olarak Anadolu Türkleri Birliğini savunan Türkiyecilik, ikinci aşamayı
Oğuzculuk ve/ya Türkmencilik dediği Oğuz İttihadı, nihai hedefi ise Turan
olarak tanımlar: “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan vatan, büyük ve
müebbet bir ülkedir.” “Altın Yurd” olarak niteliği Turan’ın uykuda olduğunu,
Hanların Hakansız, Karakurum’un buyruksuz, Altınordu’nun dağınık olduğunu, bu
öksüzlük halini gören ve gönlü sızlamayan her Türk’ün vicdansız olduğunu
söyler. (Gökalp, 1976a, 5, 97, 1978, 20-28, Gültepe, 2007, 11, 15, Korkmaz,
2016, s.4, 9-10, 165-182, Uyanık, 2019b: 19-25, 2022a, 97-126).
Bu anlamda Gökalp’in “Türkçülük ve Turancılık” arasında ayrımı üzerinde
durulmalıdır. “Siyasî Türkçülük” (1923) adlı yazısında belirttiği üzere
“Türkçülük siyasî bir fırka değildir; ilmî, felsefî, bediî bir mekteptir; başka
bir tabirle, harsî bir mücâhede ve teceddüt yoludur.” Yani Türkçülük kültürel
bir yenilenme için gayretle çalışıp çabalamaktır. Daha önceki şiirlerindekine
benzer bir yaklaşımla, Anadolu Türklerinin kültürel birliğinin “gerçekleşmiş
ideal”, Azerbaycan, İran ve Harzem’deki diğer Oğuz Türkleri, yani Türkmenlerle
bir kültürel birliğe doğru genişletilebilmesini ise “yakın mefkûre” olarak
görür. Son olarak Kazan Tatarları, Kırgızlar, Özbekler ve Yakutlar Türklerinin
(Büyük Türkistan’daki) birlikteliğinin “uzak mefkûre” olduğunu söyler. Tüm bu
grupların sadece dilsel ve kültürel bir bütün olan Turan’da içerildiği
söylemesi son derece dikkat çekicidir. Görüldüğü üzere Gökalp’in tanımladığı
“uzak ideal, bir Anglo-Amerikan kültürel birliği tasarımından fazla farklı
değildir.” (Parla, 1993, 76-77, Uyanık, 2022a, 151) Hayatta iken “Ziya Gökalp
hakkında yazılan ilk kitap”ta, “Bugünkü mefkûre cemiyetimizin ufuklarında Ziya
Gökalp kadar çabuk ve ayân görünen simalar enderdir. Hars adamları mefkûreyi,
prensipi üfler ve fiil adamları onu yapar, kuvveden fiile getirir” tespitinde
görüldüğü üzere günümüzde onun fikirleri etkisi sürdürmektedir. (Örfî [Betin],
1923, 9)
Bu çerçevede “Büyük Oğuz İttihadı” Türkistan’da eski Türk-dünya görüşünden
kopuşlara yol açan Maniheizm, Budizm ve küçük ölçekli de olsa Musevîlik,
Hıristiyanlar ve Zerdüştlük gibi değiştirmelerinin hercümerç ederek bölüp
parçalamak suretiyle oluşturduğu yeni sosyo-kültürel ve dinsel kimliklere sahip
Türk Dünyası ve kültür ekolojisinin Hun ve özellikle de Göktürk dönemi kültürel
kökleri üzerinde yeni bir terkibe kavuşması ve millet hayatını büyük ölçüde bir
araya getiren yenilenmenin, yenilen kültürel terkibin adıdır. Bu anlamda “Büyük
Oğuz İttihadı” ön veya Küçük Asya da denilen Anadolu’da bulduğu sosyo-kültürel
yapıyla gerçekleştirilebilir hale getirilebilir. (Çobanoğlu, 2012, .2/691-69)
“İlmi, felsefî, bediî bir mektep; diğer bir ifadeyle kültürel yenilenme için
büyük bir gayretle çalışıp çabalamak (harsî bir mücâhede ve teceddüt) yolu”
olan Türkçülüğü belirli bir gençlik gurubun bilinçlilik haline dair toplumsal
görüşler, kabuller bir olgu (zümrevî bir tere’i) halinden bütün “Türk milletini
kapsayacak şekilde bir mefkûre haline getiren, onu resmi bir öğretiye
dönüştüren ve pratiğe aktaran Gazi Mustafa Kemal Paşa olmuştur.” ( Ziya Gökalp,
1980, 29-30, 1991,s.117-121, 1976a, s. 5, 9; Uyanık, 2022a, s. 97-126, 151-152;
Parla, 1993, 76)
3.1. Türk Felsefesi ve
Ziya Gökalp Eleştirisi
Uygur’un ifadesiyle söyleyecek olursak, “Türk Felsefesinin gerçekten iyiliğini
dileyen her Türk, gücü oranında; felsefe öğretenler ile felsefe öğrenenlerin,
usta ile çırağın felsefenin gelişmesine en elverişli biçimde birlikte
yetişebileceği bir ortamın ne yapıp edip kurulmasına ön ayak olmalıdır.”
(Uygur, 2012, 103)
Bu metnin öncelikli hedefi de bu bağlamda “bizde hakiki manasıyla ne felsefe ne
de feylesof yoktur” diyen Gökalp’in Doğu ve Batı felsefelerine vakıf bir
düşünür/filozof olmasına rağmen bu ifadeyi niye kullandığı üzerinde durmaktır.
(Gökalp, 1976b, 27, Bircan, 2019, s.42) Onun bir filozof olduğunu, mefkûre
terimi üzerinden kavram üreticiliği göstermektedir. Çünkü felsefe, kavram
keşfetmek ve üretmek sanatıdır. Atayurttan getirdiğimiz düşünce birikimiyle,
Anadolu’da bulduğumuz kültürel yapıya dikkat ederek, düşünce-yurtluk ilişkisini
yeniden kurma çabası açısından onun görüşleri önemlidir. Çünkü tarihin belirli
bir zaman diliminde, belirli bir yerde ve belirli bir topluluk tarafından
gerçekleştirilen fikrî üretimi özne-nesne ilişkisinin ötesine geçerek,
yurtluk/yurtlandırma etkinliği olarak görmek gerekir. Felsefî düşünceyi
delillendirme, tarihsel bir ortama bağlı olarak yapılır. Bunu gerçekleştirmek,
felsefenin medeniyet ve kültür ile ilişkisini incelemek olup Türk tarihi ve
coğrafyasında devamlılık halindeki Türk düşüncesi ve Türk kültürünü, dünyaya
evrensel mesajlar verebilecek bir güçte, felsefenin diliyle anlatmaktır.
(Uyanık, 2023a, s.231)
Bu bağlamda Gökalp’e bakarsak, eski Türklerdeki felsefe ile günümüz felsefesi
ayırımını yapar. Felsefenin İlim, Varlık, Kıymetlerin takdiri ve İdrâk diye
dört meselesi olduğunu belirtir. Sokrates zamanından beri bu ilmin konusunun
“umumiyat”dır diyen Gökalp’e göre, “Eski ilim bu umûmiyatı nevilerde buluyordu.
Descartes’la başlayan yeni ilim umûmiyatı kanunlarda aramaya başladı. O halde
eski ilmin mevzuu “mefhumlar/kavramlar” idi. Yeni ilmin mevzuu
“kemiyet/nicelik” ten ibarettir.” (Gökalp, 1981, 99)
Bu noktada onun “Uygar uluslar sözcüklerle düşünürler, bundan dolayı
felsefeleri kavramsal bir felsefedir. Eski Türkler ise sözcükler ve kavramlarla
değil, simgelerle düşünürlerdi. Onun Eski Türk felsefesine simgecilik
(Timsaliye) demesi kavram üretimine örnektir. Ayrıca “Istılahlar Sayfası”
(Küçük Mecmua, Sayı:18, 2 Ekim 1922: 8-9) yazısına baktığımız zaman “Fikir” ve
fikircilik, mefkûre ve mefkûrecilik, cemiyet ve camia terimlerinin analizinde
de bu üretimi görmek mümkündür. “Fertler mefküreli (ideal sahibi) oldukları
anlarda “ülküleri uğruna hayatlarını, menfaatlerini, mutluluklarını feda
etmekle kalmazlar, onu yükseltenleri ululaştırır ve yüceltirler” tespitine
bakınca bu kavram üretiminin yeni bir felsefe oluşturmasındaki yeri de
netleşir. Toplumsal olayları analiz ederken kullanılan “İlim/science” ve
“marifet/discipline” arasındaki farka işaret etmesi de bu açıdan okunabilir.
(Göklap, 1976c, s.77-69; 1982, 257-259, 1981, 143-146, Taibi, 2018, s.6,
Osmanağaoğlu, 2008, s. 24)
Gökalp’in “Çekicilik mefkürenin ruhlara doğrudan yansımasıdır” ifadesini “Bugün
bile felsefenin rolü insanlara umut vermek ve uğurlu ile uğursuzu ahlak alanına
taşıyarak iyi ve kötü adların altında yeniden diriltmektir. İnsanlar, hâlâ en
doğru felsefeyi değil en çok umut veren felsefeyi arıyorlar” tespiti bağlamında
düşündüğümüzde kavram üretme çabasını –itirazî kayıtlara rağmen- görmek
mümkündür. (Gökalp, 1991, 115)
Gökalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak isimli eserinde felsefeyi yöntem
bilgisi olarak ele alırken, “Fenler/bilimler aliyattan (teknik/sanayi ile
ilgili olanlardan) doğduğu gibi, felsefe de usûl yani yöntemden doğar” der. Bu
nedenle filozof, başkalarının bulduğu hakikatleri yeniden düzenlemeyenler
(terkip ve tensik) değildir. Gerçek filozof, hakikatin inceden inceye araştırılması
(taharrisi) yöntemini bilenler ve bunu bizzat uygulayabilenlerdir. Dolayısıyla
“Bugün felsefe, keşfolunmuş bir sürü malumatın toplamı şeklinde anlaşılamaz.
Felsefe, bu bilgi birikimini kesintisiz keşf (malumatı layenkati’ keşf) ve
ıslah eden yöntemlerden ibarettir” der. Ona göre bu açıdan “bizde hakiki
manasıyla ne felsefe ne de feylesof yoktur.” (Gökalp, 1976b, 27-28,
Bircan,2019, s. 42)
Bu kısmen İslam felsefesinde özellikle Fârâbî’de görülen “hakiki ve sahte
filozof” ayırımına benzer. Gökalp’in ilimlerin gelişmesi ve bağımsızlaşmasıyla
felsefenin metafiziğe döndüğünü söylediği ve “Metafizik” olarak nitelediğini
Fârâbî, “Felsefe, Varlık olarak varlığın bilgisi, her şeyi kuşatan küllî bir
ilim olarak ortaya çıkması” olarak açıklar. Buna göre filozofta gücü ölçüsünde
Tanrı’ya benzemeye çalışan kişi olarak tanımlanır. Ruhî ve ahlakî arınma, fikrî
bir aydınlanma ile Tanrı gibi varlığın evrensel bilgisine sahip olması
demektir. Tam tersi olan sahte filozoftur.” Gökalp’in döneminin hâkim felsefî
modeli olan pozitivizmin etkisiyle bunu söylediği ortadadır, ama “hakiki
filozof çıkmadı” ifadesi tutarlı değildir. Çünkü bir düşünürün başka bir dilde
yazması, o dile ve onun kültürüne hizmet midir, yoksa baskın dillerle rekabet
etmek yerine onları kullanan yönetimin tavrına uygun bir şekilde felsefe
geliştirmek midir? Biz, dolaylı olarak katkının kaçınılmaz olduğunu, ama ona
hizmet etmek anlamına gelmediğini düşünüyoruz. Bunun üzerinde ileride
duracağız. Bize göre Gökalp, Türk medeniyetinin eski, orta ve yeni devir
şeklinde incelemiş ama İslam felsefesi/hikmetinin kurucu filozofu olan Fârâbî
ile birlikte Meşşai öğretininin diğer önemli ismi İbn Sina’ya bile baksaydı, bu
önermesini kurmazdı. (Fârâbî, 1987, s. 48; 2001,s. 79, 80; 1980, s. 39; 2002,
s.258; Uyanık ve Akyol, 2020, s. 605)
Öyle gözüküyor ki yeni kurulan Cumhuriyetin içinde yaşadığı sorunları aşmak
için Gökalp’in fikirleri oldukça önemlidir, ama aynı sorunlara çözümler üreten
Akçura ve diğer düşünürlerin de ona yönelttiği eleştirilerin farkında olmak gerekir.
Nitekim Abidin Nesimi, o dönemde Gökalp’in devlet kurumlarınca benimsenmesi ve
onu bir deha olarak görmesinden dolayı, tahlil ve tenkit imkânından yoksun
olduğunu söyler. Bu bağlamda Yusuf Akçura’nın “Ziya Bey kendisinin bir dahi
olduğuna kani idi ve bu usûl/yöntem ile hareket ediyordu” sözlerini verir.
(Nesimi, 1940, 7) Nitekim Akçura’nın “Ziya Gökalp’in içtimâî makaleleri ile
siyâsî nazariyatına verdiği sistematik şekil ve ifadeleriyle, fakat bunlardan
daha ziyade çok tabii ve sade yazılmış şiirleriyle, özellikle (alelhusus)
çocuklara mahsus yazılmış şiirleri ile Türkçülüğe pek büyük hizmetleri
dokunmuştur” sözlerinde de bu serzenişi görmek mümkündür. (Karaca, 1990, s.114)
Bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini anlamak için Osmanlı/Türk
Modernleşme sürecini, Tanzimat, Islahat Fermanlarını, I. ve II. Meşrutiyet
ilanlarıyla milliyet fikrînin uyanışını ayrıntılı incelemek gerekir. (Gökalp,
1977a, 107 vd) Bu çerçevede yeni kurulan bir devlet ve vatandaşlık hukuku
oluşturma sürecinde kullanılan “Fert yok, cemiyet var, hak yok vazife var,
ilkesine/şiarına” yönelik bireyselliğin yok edilme riskine dikkat etmek
gerekir. Buna dini bir temel olarak da 1914 yılında yazdığı Tevhid adlı
şiirinde “Gövdelerde Kesret var, Gönüllerde Vahdet var, Fertler yok,
cemiyetvar! Lâ-İlâheİllâ’llâh!” diye açıklaması fikrînin kamusallaşması
açısından önemlidir. (Gökalp, 1977a,s. 22, Tansel, 1989, s. 54)
Bu aksaklığın giderilmesi için özellikle filozofların insanın doğuştan gelen
temel haklarının korunması, şahsiyetli bir kişilik oluşturmasına yönelik
tedbirü’l-mütevahhid, ikinci aşaması tedbirü’l-menzil yani ev/aile yönetimi ve
nihayetinde tedbirü’l-müdün ile toplumsal-siyasal boyutları üzerinde durmaları
önemlidir. (İbn Bacce, 2017, s. 90-91,141) Bu hususa dair ayrıntılı çalışma
yapıldığı zaman “Fert yok, cemiyet var, hak yok vazife var” anlayışının ortaya
çıkardığı risk giderilebilir. Çünkü bu söz aslında “hakikatte kimse yok padişah
var, hak yok keyif var kuralı/şiarı aynı” işlevi görür. Oysa “Fertsiz cemaat/toplum
tasavvur etmek elsiz, ayaksız, başsız, gövdesiz insan tasavvur etmektir.”
(Nesimi, 1940,7)
3.2. Türk
Düşünürlerinin Arapça ve/ya Farsça Yazmaları Arap ve Fars’ı Yüceltmek İçin
midir?
Gökalp’in Türk Medeniyetinin evrelerini “Eski-Orta-Yeni Devir” şeklindeki
tasnifi, İslamiyet’i kabul ettikten sonraki süreçte Arap ve Fars akıllarının
ortaya koydukları Müslümanlık tasavvurundan farklı olarak “Türk Aklı ve
Müslümanlık Tasavvuru” oluşturulmasının açıklanması açısından önemlidir.
Bununla birlikte Türk aydınları dönemin hâkim dilleri olan Arapça ve Farsça ve
(kısmen) Türkçe metinler üretmiş, 1055 yılından 1922 yılına kadar Türk Aklının
ürettiği metafizik verileri hayata geçirmişler, etik politik sistemi farklı
isimlerdeki devletlerle kurmuşlardır. Dolayısıyla Gökalp’in “Türk hukuku ve
Türk felsefesi öncelenmedi” ve “Arapça ve/ya Farsça yazmalarının Arap ve Farsı
yüceltmek içindi” tespitinin tutarlı olmadığını düşünüyoruz. Önce Gökalp,
Kızılelma şiirindeki ilgili sözlerini hatırlayalım:
“Bazen Hindli, bazen Çinli olmuşuz;
Arap, Acem, Frenk dinli olmuşuz.
Ne bir Türk hukuku, Türk felsefesi,
Ne Türkçe inleyen bir şair sesi…
Şair, hakîm gelmiş bizden de, çokça
Kimi Farsça yazmış, kimi Arapça…
Fransızca, Rusça, Çince yazmışız,
Türkçe ancak birkaç hece yazmışız.
Bakınız meselâ: Yazmış koskoca Fârâbî Arapça, Karamzin Rusça;
Sina, Celâleddin, Zimahşerî’ler Emeği Arab’a, Furs’a verdiler.
Buharalı Şevket, Genceli Husrev, Firdevst’ye yahut Sadî’ye peyrev…
Bugün bile birçok ediplerimiz Frenkçe yazmayı sayarlar muciz.” (Gültepe, 2007,
s.4, Gökyay, 1996, 559-561)
Biz İslâm felsefesinin kurucu filozofu olarak Ebû Nasr Muhammed bin Muhammed
bin Tarhan b. Uzluğ el-Fârâbî et-Türkî’yi görüyor ve onun felsefeyi,
Tahsilu’s-Saada, yani mutluluğun elde edilmesi olarak tanımlamasını
önemsiyoruz. O dönemde Fârâb’da eğitim programının dinî, eğitim dilinin ise
Arapça olduğu, Farsça’nın da kısmen edebiyat dili olarak okutulduğu
bilinmektedir. Fârâbî’nin buradaki tahsilini tamamladıktan sonra Buhara,
Semerkant, Merv ve Belh gibi önemli ilim ve kültür merkezlerini ziyaret ettiği,
daha sonra Bağdat’a 40 yaşlarında gittiği bilinmektedir. (Kaya, 1995,s. 145-162
) Babasının üst bir yöneticilik sıfatı olan Tarhan olması önemlidir. Nitekim
Türk antikitesini (Eski çağ felsefesini) parlak bir biçimde ortaya çıkaran
Orhun Kitabesi’nde Divan’ın solunda tarhanlar ve buyruk beylerinin oturduğu
belirtilince babasının konumu ve oğlunun yetiştirilme tarzının geleneğimizdeki
yeri Gökalp’e göre de bellidir. (Gökalp, 1981, s. 60-61, 1977a, s.74,82, İnalcık,
s.2016, 79, Rásonyi, 1988,s.21; Ülken, 1982, s.50, Taşağıl, 2015, s.181-182)
Tamamen Türk geleneğine göre yetişmiş Fârâbî’nin Arapça yazması Arab’ı
yüceltmek midir? Yoksa insanlığın felsefî birikimini Hz. Muhammed’in getirdiği
öğreti bağlamında yeniden yorumlayıp, felsefeyi asli yurduna getirmesi ve yeni
bir kurucu öğreti olarak Meşşailiği kurması Türk Aklının bir ürünü değil midir?
Âl-i Afrasyâb, Âl-i Hakan, Hâniye, Hakaniye, İlkhaniye ve İlikhanlılar diye de
bilinen Karahanlılar döneminde başlatılan millî kültür ve din tasavvuru
bağlamında Kaşgârlı Mahmud ve Ali Şîr Nevâî’nin çalışmaları Türk Felsefesi
değil midir? (Gökalp, 1976a, s.15-16; İnalcık,2016, s. 245; Kafadar, 2010, s.
83; Uyanık, 2023a, 220, 247; Hunkan, 2020,s. 169)
Bir diğer örnek Gazneliler döneminde (963-1186) Horasanlı olup ve Gazne
sarayında yaşayan Ebû’l-Meâlî Muhammed B. Ni’met Alevî Fakîh Belhî’in yazdığı
Beyânü’l-Edyân’dır. (485/1092) İlk milel ve nihâl yani dinler ve mezhepler
tarihine dair olup Farsça yazılması, Persleri mi yükseltiyor, yoksa Türk
Aklının dönemindeki dini ve kültürel yapıyı anlama çabası olarak Türk
Felsefesinin önemli bir metni midir?
Bu eserde Aksungur’un tercümesiyle verecek olursak, “Türkler Tanrı’ya Tengri
derler. Bir Tengri yani Tek Tanrı (Yekî Hodâ) ve Kök Tengri yani Uluğ Tanrı
(Hodây-i Asmân) derler. [Türklerin Tanrı’ya] Uluğ Bayat demesi” Türk
Felsefesinin metafizik temeli açısından son derece önemli bir tespit değil
midir? (RHAksungur, 2024, Kaplan, 2013, 56)
Benzer durum Orhun abidelerinde “Tanrı tektir, semadadır, ezeli ve ebedidir,
eşi ve benzeri yoktur, yaratandır, irade sahibidir, yardım edendir,
cezalandırandır, insanlara bilgi veren ve onlara yol gösterendir” şeklinde
geçer. Bunlara bakınca, “Türk felsefesinin hikmetinin realist bir özelliğe
sahip olmasının yanı sıra anlaşılabilir bir metafizik zeminde, sahici bir
epistemolojik düzlemde ifade edildiği görülür. İyi kurgulanmış kozmik bir
düzende kendini gerçekleştirme imkânı bulduğu anlaşılır.” Ergin, 2009, s. 3, 8,
11-13, 26, 64, 80; Esin, 2001, 60-61’den, Pirinç, “2020: 425-439; Uyanık,
2023a, 154-168)
Yine Alâ-üd-dîn Muhammed Harezmşâh’a ithâf edilen ve Muhammed B. Necîb Bekrân
tarafından Farsça yazılan Cihan-Name, Fars’ı yüceltmek için midir; yoksa ortada
bir sorun var ve bunu çözmek gerek, bu da rakibinin kültürel kodlarını bilmekle
olur demek midir? Bu açıdan bu metin bize göre Türk Felsefesi içinde
görülmelidir. ( Bekrân 2024,22-23)
Selçuklu lideri Sultân Mehmed Tapar’ın isteği üzerine devrinin maliye
bürokratlarından İbnü’l-Belhî’nin Pârs-nâme adlı eseri içinde aynı tespitler
geçerlidir. Çünkü nitelikli bir sultan ve komutan olan Tapar’a göre, askerin
ordulara karşı savaşmak için öncelikle coğrafya ve halkın durumunun bilinmesi
gerekir. Asker kökenli bürokratları İslam öncesi İran tarihi ve Selçuklu
tarihine de dair bilgileri buradan öğrenmişlerdir. (İbnü’l-Belhî 2023,
s.7-14,20.67-70, 123; Yazıcı, 1999, s. 529) Şimdi bu eseri Türk Aklının ürünü
ve Türk Felsefesi değil midir?
Sûdî-i Bosnevî’nin Hâfız Dîvânı Şerhi Türkçe felsefe için nitelikli bir
örnektir. Çünkü yazarı Bosnalı, İstanbul’da Farsça öğrenip, Hafız Divanı Türkçe
şerh etmiştir. Mesnevî-i Şerîf’e, Gülistân’a, Bostân’a da şerhler yazar. Bizim
Türkçe felsefe dediğimiz budur. Şimdi bu yazarın aklı Fars’a hizmet mi oluyor,
özelde Türkçe felsefeye, genelde Türk felsefesine katkı değil midir? Gülistan
ve Bostan şerhlerinin Farsçaya tercüme edilmesi Türk Aklının Pers Aklını
yüceltmesi mi, yoksa Türk Aklının önemini göstermesi midir? (Bosnevî, 2020, s.
64,69 )
Bize göre, klasikleşmiş bu metinler, Türk Aklının Arap ve Fars Akıllarının
ürettiği tasavvuru dikkate alarak kendi Müslümanlık tasavvurunu ortaya koyan
eserlerdir. Bu açıdan Türk Felsefesinin önemli metinleridir. (Uyanık, 2018a,
179-199, 2018b, 137-191) Aslında Ziya Gökalp Millî Tetebbular Mecmuası’ndaki
yazılarında yapmaya çalıştığı “İslam Medeniyeti ve Türk Harsına Ait Millî
Tetebbu’lar” örnekleri olarak görülebilir. (Gökalp, 1977b, s. 17; İnalcık.
2016,s.241; Ülken, 2020, s.11,67) Dolayısıyla Gökalp’in “Fuzûlîleri, Bakîleri, Nedimleri
bizim klâsik şairlerimiz addetmek doğru değildir, bunlar Türklerin ümmet
devrine ait şairlerdir” tespiti tutarlı değildir. (Gökalp, 1981,s. 176)
Bu çerçevede “Modern Türk kültür tarihçiliği, Ziya Gökalp’in güçlü etkisi
altında Mehmed Fuad Köprülü ile ivme kazandığının, talebesi Halil İnalcık ile
devam ettiğinin (ki ona göre Modern Türk Hümanizminin Kurucuları Gökalp ve
Köprülüdür) (İnalcık, 2016, 17, 84, 245; 2014, 325 vd) Kafadar, 2010, 83)
bilincinde olup, manevi olarak bu üç seçkin zekânın talebesinin iç eleştirileri
olarak görülmesini umut ettiğimiz tespitleri verelim:
Türklerin Müslüman olmalarıyla Karahanlılar döneminde başlatılan millî kültür
ve din tasavvuru oluşturma sürecinde Nizamüddin Ali Şîr Nevaî’nin katkısı
büyüktür. Köprülü’ye göre “hakiki bir milliyetperver’” olan Nevaî’inin
gayretleri gerçekten kesintiye uğratılmış mıdır? Çünkü Gökalp’in dediği gibi,
âlimlerin dönemin hâkim bilimsel dilleriyle yazmaları, Türk aklının
ürettiklerinin kesintiye uğraması anlamına gelmez. (Gökalp, 1976a, s.15-16;
Uyanık, 2023a, 167-177, 220-222, 247)
Mesela Fârâbî, bir sistem felsefesi kuran teknik bir dile sahiptir. Buna
karşılık, Yusuf Has Hâcib bir mütefekkir ve filozof olarak böyle bir sistem
arayışı ve teorik temellendirmelere girmeden doğrudan yaşanan sorunlara eğilip,
çözüm önerilerini halkın anlayacağı bir dil ile sunmuştur. Yusuf’un adalet
teorisinden haberdar olan Kınalızâde Ali Çelebi Kanuni Sultan Süleyman’ın
Anadolu Kazaskeri olarak, Osmanlı devletini Fârâbî’nin “Medîne-i fazıla”sının
gerçekleştirdiğini söylemesi de sürekliliği gösterir. Dolayısıyla “kesinti”ye
uğrama iddiası tutarsızdır. (Fârâbî, 2023, xx, Uyanık, 2019c, s.117-156, 2016b,
80-114)
Benzer tutarsızlık, Göklap’in Çanakkale savaşı’nı kazanmamızı “Halk felsefesi”
açısından Yunanlılar ve İngilizlerden daha yüksek olmamıza bağlı olduğu şu
tespitinde görülür. “Bu iki muhaberede galip kılan maddî kuvvetleri değildir,
ruhlarında egemen bulanan millî felsefeleriydi. Bu açıdan Asya, Avrupa ve
Afrika’da bütün milletleri yenmişler egemenliği altına almışlardır. Demek ki
Türk felsefesi bu milletlere ait felsefelerin hepsinden daha yüksekti. Bugünde
öyledir.” (Gökalp.2014, s.205)
Onun bunu temellendirirken “maddî medeniyet açısından gerileme” ile açıklaması
da ilginçtir. Medeniyetçe onlara müsavi olduğumuzda cihan hâkimiyeti yine bize
geçecektir der. Oysa bu önceki cümlesiyle çelişir, çünkü Asya’da Avrupa ve
Afrika’da bütün milletleri yenmeleri aynı zamanda bilim ve teknolojiyi iyi
kullanmaları ve eskiden beri var olan “nizamı alem/universalizm” tasavvurunun
sonucudur. (Esin, 2001, 20-21, 1978, s.43, 47-48, 80-83, 157-158)
Buradan hareketle soruları yenileyelim: Türk Aklının “Eski Devirde” ürettikleri
Kızılelma şiirinde belirttiği üzere gerçekten Çin’e mi hizmet ediyordu? Orta
devir” de üretilen düşüncelere bakınca gerçekten “Türk Felsefesi” yok
denilebilir mi? Farsça ve Arapça yazılan metinler bu kavimlere mi hizmet
ediyordu? Bunların cevabı “hayır” olacaktır. Üstelik modern devirde bir Türk
aydının İngilizce veya başka bir yabancı dilde yazması o ülkeye mi hizmet
sayılacaktır? Tabi ki hayır!. Baskın dil ile üretilen felsefeyi anlatmak, onu
üreten aklın evrenselleşmesine/temalaşmasına kaktı yapar, görünüşte o dile
hizmet ediyor gibi görünse de…
4. Türkçe Felsefe ve
Türk Felsefesi
Türkçeyi kültürlerin ortak taşıyıcısı olarak görüp ister Müslüman isterse
gayr-i müslim olsun Türkçe konuşan ve yazan bütün unsurların ortaya koyduğu
fikirleri “Türkçe Felsefe” dir. Çünkü Türkçe, Anadolu coğrafyasının temel
direği ve taşıyıcısıdır. Türkiye kültürünün ve zihniyetinin dayanağı ve
ifade/ses bayrağı ise Türkçedir.
İç Asya/Atayurt’tan Ön Asya/Anayurda Türk etnisitesine dair birçok husus
taşındı, ama bu süreçte Anadolu’ya gelmeden yoğun bir Fars ve Arap kültürü
etkisi de olmuştur. Bu coğrafyanın temel direği ve taşıyıcısı olan Türkçede
birleşerek Türkçenin ifade imkânlarını zenginleştirerek kendi hakikat
arayışımızı temellendirmek durumundayız. (Özlem, 2015, s.78-81)
Türkçe felsefenin gelişim süreci olarak XI. yüzyıldan sonra Anadolu bölgesinde
Oğuzlar tarafından kurulup geliştirilmiş olan Türk yazı dilini önceliyoruz.
Batı Türkçesi olan Oğuz lehçesinin XIII-XV. yüzyılda Anadolu’da oluştuğu zaman
dilimine yani “Eski Anadolu Türkçesi”, sonra “Klasik Osmanlı Türkçesi” ve
nihayet “Türkiye Türkçesi” dönemlerinde üretilen metinlerin felsefî kurgusunu
güncellemek gerekir. Nitekim Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırma
okumalarımızın yakın hedefi klasik Türkçe metinlerden hareketle üretilen Türkçe
felsefe; uzak hedefi ise Türk felsefesine olası katkıları artırmaktır. (Uyanık,
2020:21-45; 2023b, s.I/103-126, Bıyık, 2019, s. xi)
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla da Türkçe Felsefe ve Türk Felsefesi resmi
olarak tescil edilmiştir. Çünkü Cumhuriyeti kuran Türkiye halkından olup,
Türkçe okuyup yazan diğer etnik yapılara mensup kardeşlerimizin ürettikleri
“Türk Felsefesi” içinde görülmüştür. Farklı din (Hristiyanlık-Musevîlik)
mensubu olmanın yanı sıra farklı dil konuşan Türklerin ürettiği fikirleri de
kurucu özne (Türk Aklı) sıfatıyla Türk felsefesi içinde değerlendirilmelidir.
(Uyanık, 2024b, s.69-91, 2023e,s.35-43 Zira “Hiçbir Türk milliyetçisi, diğer
bütün unsurlarla birleşmemize ve en önemlisi kendisini Türk hissetmesine
rağmen, sırf ana dili Türkçe olmadığı için kimseyi Türk saymamazlık
etmemiştir.” (Erdem, 2008, s. 60, Uyanık, 2024b, 69-91)
Türk Felsefesi, Türkçe felsefenin bir ileri aşamasıdır. İlk aşamasında felsefe
Türkçeyle, Türkçe düşünceyle birliktedir, zamandaştır. Bu eylem-etkinlik,
kültürel birikimin tarihsel temellerini ortaya koyup, bir anlama ve açıklama
modeli ve/ya tarzı oluşturma imkânını İslâm Felsefesi, Arap Felsefesi,
Hıristiyan Felsefesi, Musevî ve/ya Yahudî Felsefesi, Çin Felsefesi, Budist
Felsefe gibi tasavvurlar bağlamında Türk düşünce tarihini felsefece değerli
olanın araştırılması açısından inceleme sürecine “Giriş”tir. Bunu devam
ettirmek gerekiyor, çünkü “Türk Felsefesinin gerçekten iyiliğini dileyen her
Türk, gücü oranında; felsefe öğretenler ile felsefe öğrenenlerin, usta ile
çırağın felsefenin gelişmesine en elverişli biçimde birlikte yetişebileceği bir
ortamın ne yapıp kurulmasına ön ayak olmalıdır.” (Uygur, 2012,s. 103)
Türkçe Felsefe ile Türk Felsefesi aşamalarını biraz daha açımlarsak, mahiyeti
Türk; ama hüviyeti farklı olan ve farklı dillerde hakikat tasarımını sunanların
çalışılmasıyla aradaki geçiş belirginleşecektir. Örneğin Çuvaşlar, Yakutlar,
Batı Kumanlar, Peçenekler Karamanlılar ve Gagavuzlar/Gökoğuzlar Hristiyanlığı
yüzyıllarca önce benimseyen Türk halklarıdır. Çuvaşça Türk dillerinin
Ogur-Bolgar öbeğinden olup Moğolca, Çince, Farsça, Arapça ve İbranicenin bütün
lehçelerinden sözcükler içermektedir. Çuvaşların dili, komşuları Tatarlardan
bile çok farklı iken Gagavuzca, Rumeli ve Trakya’da konuşulan Türkçeye çok
yakındır.
Bunlara ilaveten Tengrist, Budist, Zerdüşt ve eski Şaman inançlarını sürdüren
Türkler vardır. Hristiyan Türklerin %90’ı Ortodoks, geri kalan %10’u Katolik ve
Protestan’dır. Musevî öğretiyi benimseyen Hazar Türkleri (Karay-Karayim) Doğu
Avrupa’da VIII-IX. yüzyıllar arasında “Hazar Barışı” diye anılan bir çağın
öncülüğünü üstlenmişlerdir. Macarlara tarihte önemli bir konum veren Arpad
sülalesi Hazarların Kabar kolundandır. Bunların 1870 yılında Türkoloji
çalışmalarına başladıkları, 1908 yılında Budapeşte’de Türk Derneği kurduklarını
hatırladığımız zaman Türk Aklının farklı hüviyetler ve farklı dillerde
ürettiklerinin önemi ortaya çıkar. (Grousset. 2019, s. 19; Uyanık, 2020, s.
109)
Bu noktada Gökalp “milleti tayin eden ırk değildir. Mühim olan bütün Türklerin
ortak bir harsa sahip oluşudur” demesi önemlidir. O, hars/kültürün oluşumunda
Eski dönemin etkilerini efsane/destan, masallara şifahî olarak aktarılması
üzerinde durup, “Halk Felsefesi”ni temellendirir. Fakat eski dönemde üretilen
fikirlerin Çin’e hizmet ettiğini söylemesi tutarlı değildir. “Orta Devir” Müslüman
olduğumuz süreç olup, bu süreçte üretilenleri Arap ve Farsa hizmet ediyor
demesi de tutarlı değildir. Çünkü harsı Müslümanlıkla özdeşleştirmesi, önceki
Musevî ve İsevî gelenekleri benimseyen Türklerin adetleri ve müesseseleri
birbirine benzediğini, dillerinin esas bakımından aynı olduğunu söylemesiyle
çelişmektedir. Çünkü Gökalp “lisani zümre ile (hangisi olursa olsun) dini zümre
arasında samimi bir alaka vardır” tespitine göre de her döneminde din
algılanması ve üretilen metinler arasında irtibat olması makuldür. Üstelik bazı
Türkler Hristiyanlığa girerek Ruslaşacaklarını söyleyerek, Türk olarak
kalmalarını İslamiyet’i seçmeleriyle mümkün olacağını belirtmesi rasyonel
gözükmemektedir. (Gökalp, 1976a, s. 91; Heyd, 1980, s. 92)
Bu noktada Gökalp’in Hz. Muhammed ile Musevî ve İsevî geleneğin tahriflerinden
uzak yeni bir sistem şeklinde gönderildiği kaygısı öne çıkmış olabilir. Oysa
günümüzde Turan kurultayları Macaristan (Hungary) devletinde yapılmaktadır.
Farklı bir din ve dil içinde yaşamış olmaları, Türklük şuurunu korumalarına
sekte vurmuş olabilir ama yok edememiştir ki, bu kurultaylar yapılmaktadır.
Üstelik Gökalp, Osmanlı’nın Balkanlarda Hristiyan tebaasının yaptıklarının
benzerinin Orta Doğu’da Müslüman Araplar tarafından yapıldığını iyi bilen bir
düşünürdür.
Bu nedenle Türk Aklının hangi din (Musevî, İsevî ve Muhammedi öğreti) ve
bunların mezhebinden olursa olsun Türkçenin herhangi bir lehçesiyle
Varlık-bilgi ve değer üzerine ürettiklerine “Türkçe Felsefe”, Türk Aklının
farklı bir dil ile ürettiğini de Türk Felsefesi içinde değerlendirmelidir.
Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyetinin “köprü düşünürlerinden” M. Ali Aynî’nin
dediği gibi, “Bizim milliyetçiliğimiz gerek müstakil gerek başka devletlerin
tebaası halinde yaşayan bütün Türkleri hangi dinden olursa olsunlar candan
sevmekle, onların refah ve gelişmesini candan dilemek olup, siyasî iştigal
hududu olarak Türkiye Cumhuriyeti hududunu kabul etmiştir. Türk milliyetçiliği
bütün çağdaş milletler birlikte uyum içinde yürümekle birlikte Türk toplumsal
yapısının kendine özgü hususlarını ve hüviyetini korumayı önceler. Bu açıdan
bütün insanlığı sever, millî haysiyet ve menfaatlerine ilişilmedikçe başka
milletlere karşı düşmanlık beslemez.” (Aynî, 2011, s. 479)
“Dünya Türklüğü Şuuru” böyle korunur. Çünkü Allah’ın peygamberler aracılığıyla
farklı zamanlarda gönderdiği dinin esası aynıdır ve hepsine “İslâm” denilir,
bunun son peygamberi de Hz. Muhammed’dir. (el-Hac, 22/78). Allah’a, bize
indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına indirilene,
Musa’ya ve İsa’ya verilen ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene
iman ettik. Onlar arasında bir ayrım yapmayız, biz de Müslümanlarız, deyin.”
(el-Bakara, 2/136) ayetinde de peygamberlerin mesajının temelde bir ve aynı
olduğu ve bunun da İslâm’dan ibaret olduğu ifade edilmiştir. (DİYK, 2017,
Uyanık, 1997:10)
Günümüzde “Farklı Bireylerden Oluşan Grupların Bir arada Barışçıl Yaşaması “iki
temel perspektif, “Multikültüralist ve Liberal Çoğulculuk” bağlamında
açıklanmaktadır. İslam felsefesi açısından söyleyecek olursak, Fârâbî’nin
hakikatin birliği tasavvuru, farklılıkların çoğulluğunu kucaklayan küllî bir
evrensellik üzerine kuruludur. Bu çatışmacı, ötekileştirici dile teslim olmayan
her evrensellik tasavvuru, kendilerinin dışındaki öğretilere göre yaşayan
insanların da bir ahlak üreticisi olduğu ve önemli katkılar yaptığını söylemek
demektir. Gökalp’in tasnifindeki “Türk Medeniyetinin Modern Devresinde” Türkiye
Cumhuriyeti laiklik ilkesiyle farklı siyasî, fikrî, (her biri evrensellik iddiasında
olan) dinî görüşlerin birlerini tolere ederek bir arada barışçıl bir şekilde
yaşayacak (tarafsız-dengeli bir) ortamı sağlamıştır. Bu kültürel bilinçlilik
halinin oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanması Türkiye Cumhuriyeti ile
hayata geçmiştir. (Uyanık, 2001, s. 149-170, 2023c“18-23 Uyanık, 2017, s.
357-378)
Sonuç
Ziya Gökalp’in Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine ve Türk dünyasının
kültürel birlikteliğine (Turan) dair fikirleri son derece önemlidir.
Türkçe felsefe Türkiye Cumhuriyeti ile resmiyet kazandı. Farklı dini
(Alevî/Şiî-Sünnî), felsefî ve siyasî tasavvura sahip olan ve/ya herhangi bir
dine inanmayan veya farklı bir dine (Hristiyan-Yahudî vs) inanan
vatandaşlarının Türk diliyle ürettiklerini Türkçe felsefe içindedir.
Türkçe dışında bir dil ve farklı bir dini tasavvur altında yaşayan Türklerin
ürettiği düşünceleri Türk Felsefesi içinde görmek gerektiğini vurguluyoruz.
Yabancı dilde metinler üretmenin teşvik edildiği bir dönemde bunun yazıldığı
dile değil, Türk Felsefesine katkı olduğu açıktır.
Türk Devleti, vatandaşlarının hukukların anayasal koruma altına alarak,
birbirlerini tolere ederek bir arada çoğulcu ve barışçıl bir bir şekilde
yaşamaları imkânını laiklik ilkesiyle sağladı. Bu süreç Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluş döneminin reel politik (şeniyyet) şartlarında Gökalp’in “Büyük Oğuz
İttihadı” tasavvurunun ilk aşaması olan Türkiyecilik bağlamında okunabilir.
Büyük Oğuz Birleşmesinin ikinci aşaması Türkmen ittihadının önemini günümüz
ekonomi-politik gelişmeleri bağlamında Irak, Suriye ve Azerbaycan hattında
görmekteyiz.
Türk dünyasının öncelikle kültürel birlikteliğini (belki sonra siyasî-askerî
birliktelik (Nato benzeri) sağlamayı Turan kavramıyla açıklamasının önceki ismi
“Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” olan Türk Devletler Teşkilatı ile
hayata geçtiğini söyleyebiliriz. Büyük Hun Türk Kurultayının dokuzuncusunun
yapıldığı devlet olan Macaristan’ın (Hungary) Türk Devletler Teşkilatı’na
“gözlemci üye” sıfatının asil üyeye dönüştürülmesini istemesi Büyük Oğuz
İttihadı açısından önemlidir. Çünkü Türk’çe düşünmek yani Türk gibi tefekkür
etmek, farklı dil ve farklı inanışta olan Türk soyluların ürettiği “Türk
Felsefesi” çizgisidir.
Kaynakça
Akurgal, E. (1998) Türkiye’nin Kültür Sorunları ve Anadolu Uygarlıklarının
Dünya Tarihindeki Önemi, Ankara: Bilgi Kitabevi.
Aygün, A ve Uyanık, M. (2020), İslam Felsefesi: Giriş, Ankara: Elis Yayınları.
Aynî, M. A. (2022). Milliyetçilik: Tarihte ve Türklerde Din, Millet ve
Milliyetçilik, haz: İsmail Dervişoğlu Kurtuba yay. İstanbul.
Bacce, ibn. M. Tedbiru’l–mütevahhid: Bireysel Yönetim Okumaları, Telif ve
tercüme, Uyanık Mevlüt- Akyol, Aygün Ankara: Elis Yay.
Bekrân, M.N. (2024) Cihan-Name, Hl.605-M.1208, Takdim, Tercüme ve Notlar, R.H.
Aksungur, İstanbul: Post Yayınevi.
[Betin], S.Ö. (1923). Ziya Gökalp ve Mefkûre Arasındaki Münasebet Vesîlesiyle
Bir Tedkîk Tecrübesi, Nâşiri: İkbal Kütüphanesi Dersaadet-Tanîn Matbaası
1342/1923, Hazırlayan Erol Kılınç, (İstanbul: Ötüken Yayınevi).
https://www.otuken.com.tr/u/otuken/docs/z/i/ziya-gokalp-ve-mefkure-1513090169.pdf.
Belhî, İ. (2023) Pârs-nâme, Takdim, Tercüme ve Notlar, R.H. Aksungur, İstanbul:
Post Yayınevi.
Bircan, U. (2019), “Ziya Gökalp’in “Felsefe Dersleri” Üzerine”, Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2019/14:37-53.
Bıyık, Y. (2019) Eşrefoğlu Rumi Divanı’nın Dil ve Üslup Yönünden İncelenmesi,
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, SBE Yüksek Lisans Tezi, Sivas.
Coşkun, İ. (2004). Bir İmparatorluk Entelektüeli Olarak Ziya Gökalp” İstanbul
Üniversitesi, Sosyoloji Dergisi, 2004, 3/8: 67-76.
Heyd, U. (1980). Türk Milliyetçiliğinin Temelleri, çev.: Cemil Meriç,
(İstanbul: Sebil Yayınevi.
el-Farabi, E. N. (1980). es–Siyâsetü’l–medeniyye. çev. M. Aydın, A. Şener, M.
R. Ayas, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.
el-Farabi, E. N. (1987) Fusûlü’l–medenî. çev. H. Özcan. İzmir: DEÜİF Yayınları,
İzmir.
el-Farabi, E. N. (2001). el–Medînetü’l–fâzıla. çev. N. Danışman. Ankara: MEB
Yayınları.
el-Farabi, E.N. (2002). Kitâbü’l-Mille”. Dîvân Dergisi. çev. F. Toktaş,
12/2002.
Erdem, G. (2008). Türk Kimdir ve Türklük Nedir? Yayına hazırlayan İbrahim
Metin, Töre Devlet Yayınevi / Ankara, 2008, 60;
DİYK,2017: Önceki semâvî dinler İslâm diye adlandırılabilir mi?
https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/17/onceki-semavi-dinler-islam-diye-adlandirilabilir-mi
(10/07/2017).
Muharrem E. (2009). Orhun Abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Esin, E. (1978). İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Târihi ve İslâma Giriş.
İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası.
Esin, E. (12001). Türk Kozmolojisine Giriş. İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976a). Kızıl Elma, (Hikmet Tanyu). Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Gökalp, Z. (1978). Türkçülüğün esasları. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (2014). Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Ötüken yayınevi, 10. Basım.
Gökalp, Z. (1991). Türk Uygarlığı Tarihi, Hazırlayan: Yusuf Çotuksöken,
İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
Gökalp, Z. (1981). Türk Devletinin Tekamülü, haz.: Kazım Yaşar Kopraman,
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1977a). Malta Konferansları, yay. haz. Fahrettin Kırgızoğlu,
İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1968). Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Varlık yay.
Gökalp, Z. (2019). Türk Devletinin Tekâmülü, edit. Sinan Ateş, Ankara: Ülkü
Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Yayını.
Gökalp, Z. (1976b). Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak, Ankara, 1976
Gökalp, Z. (2018). Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak. Yapı, Kolektif Bellek
Yayınevi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2. Basım.
Gökalp, Z. (1974).Türk Medeniyeti Tarihi I, İstanbul: Toker Basımevi.
Gökalp, Z. (1976c). Makaleler I, yay. haz. Şevket Beysanoğlu, İstanbul: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1982). Makaleler II, yay. haz. S.H. Bolay, İstanbul: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1977b). Makaleler III, Milli Tetebbular Mecmuası’ndaki Yazılar-,
Hazırlayan: M.Orhan Durusoy, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1977c). Makaleler IV, yay. haz. F.Ragıp Tuncor, İstanbul: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1981). Makaleler V, Hazırlayan: Rıza Kardaş, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1981). Makaleler VII, yay. haz. F.Ragıp Tuncor, İstanbul: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1980). Makaleler IX, yay. haz. Şevket Beysanoğlu, İstanbul: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Güngör, E. (2006) Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 17 Basım, İstanbul: Ötüken
Neşriyat.
Gökyay, O., Ş. (1996). Kızılelma, TDV İslâm Ansiklopedisi. İstanbul: TDV
Yayınevi.
Grousset, R. (2019). Bozkır İmparatorluğu: Atilla, Cengiz Han, Timur. çev. M.
Reşat Uzmen. İstanbul: Ötüken Yayınevi.
Hunkan, Ö.S. (2020) “İlk Müslüman Türk devletleri”, Ötüken’den Kırım’a Türk
Dünyası Kültür Tarihi, edit: Ahmet Kanlıdere-İlyas Kemaloğlu. İstanbul: Ötüken
Yayınevi.
Heyd, U. (1980). Türk Milliyetçiliğinin Temelleri, (Cemil Meriç, Çev.).
İstanbul: Sebil Yayınevi.
Parla, T. (1993). Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, 2. Basım,
Ankara: İletişim Yayınları.
Özlem, Doğan. (2015) Türkiye’de/Türkçede Felsefe Üzerine Konuşmalar, İstanbul:
Küre Yay.
Esin, (1978). E. İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Târihi ve İslâma Giriş.
İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası.
İnalcık. H. (1996). “Ziya Gökalp”. Türk Yurdu Dergisi, 1996, Mart, sayı 103
İnalcık.H. (2014). Rönesans Avrupası: Türkiye’nin Batı Medeniyetle Özdeşleşme
Süreci. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
İnalcık. H. (2016). Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası., 3. Basım, İstanbul:
Kırmızı Yayınları.
Mazlum, A ve Gölbaşı, H. (2009) “Türk Toplumunun Çağdaşlaşmasının Kavşak
Noktasında İdealist Bir Dava Adamı Ziya Gökalp: Aydın Kavramı”, Zeitschrift für
die Welt der Türken. Journal of World of Turk, Vol. 1, No. 1: 226-229.
Kafadar, C. (2010) İki Cihan Aresinde-Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, çev.: Ceren
Çıkın, haz. Mehmet Öz, Ankara: Birleşik Dağıtım Yayını.
Kaplan, D. (2013) “Farsça Yazılmış İlk Makâlât Eseri: Beyânu’l-Edyân der Şerh-i
Edyân ve Mezâhib-i Câhilî ve İslâmî”, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, VI/1
2013), ss. 85-91.
Karaca, N. (1990). “Ziya Gökalp’in Şiir Dünyası ve Şiirlerinin Bir Dökümü”,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 1990, (5/1):114.
Karaveli, O. (2008). Ziya Gökalp’i doğru tanımak, İstanbul: Doğan Kitap.
Kaya, M. (1995) Farabi, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: TDV, 12/ 145-162.
Nesimi, A. (1940). Türkiye’nin Tekâmül Hamlesinde Ziya Gökalp, İstanbul: Sebat
Basımevi
Rásonyi, L. (1988) Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, 2. Bas: Ankara.
Taibi, A. (2018). Türk Ve Arap Milliyetçiliğinin Kökeni: Ziya Gökalp ve Sâtı
Bey, (Arap asıllı olan Mustafa b. Muhammed Hilal b. Seyyid Mustafa el-Husri)
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı Yüksek
Lisans Tezi.
Tansel, F. A. (1989), Ziya Gökalp Külliyatı-1,Şiirler ve Halk Masalları,Ankara.
Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Taşağıl, A. (2015) Kök Tengri’nin Çocukları, Avrasya Bozkırlarında İslam Öncesi
Türk Tarihi, İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınevi, 5. Basım.
Türkman, S. “Yusuf Akçura ve Ziya Cökalp”, Atatürk Üniversitesi, Atatürk
İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Dergisi, 3(4) (2003):135-161.
Tuncay, H. (1978). Büyük Edip, Büyük Şair, İstanbul: Toker Yayınları, 3. Baskı.
Osmanağaoğlu, O. (2008). Ziya Gökalp’te Türkçülük Akımı, İstanbul: On iki Levha
Yayıncılık.
Uyanık, M. (1997). İslam’ın İnanç İlkeleri, Esin Yayınevi, Ankara.
Uyanık, M. (2001).İlahi Dinlerin Evrensellik Tasarımının Teorik Sunumu Üzerine,
Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye’de Din Eğitimi ve Sorunları Sempozyumu,
Sakarya Türk Ocakları ve Sakarya Üniv. İlahiyat Fakültesinin 24-26 Mayıs 2001
tarihlerinde düzenlediği sempozyum bildirileri, Sakarya Değişim Yayınları,
2002, 1/149-170
İlahi Dinlerin Evrensellik Tasarımının Teorik Sunumu Üzerine, Avrupa Birliği
Sürecinde Türkiye’de Din Eğitimi ve Sorunları Sempozyumu, 1/149-170.
Uyanık.M. (2012) Çağdaş İslam Bilimine Giriş Telif ve Terceme makalelerden
oluşan derleme içinde Ankara: Fecr Yayınevi.
Uyanık, M. (2016a) “Yeni Bir Türk İslam Medeniyeti Tasavvuru İçin Hoca Ahmed-i
Yesevi ve Yönteminin Önemi”. Diyanet İlmi Dergi 54/4 (Aralık 2016), 191-214.
Uyanık, M. (2016b). Yusuf Has Hacib e göre Mutluluk Bilgisi Fârâbî nin Tahsilu
s Saade Tasavvuru Bağlamında Bir İnceleme, Yusuf Hashacip’in Doğumunun
1000.yılında Kutadgu Bilig-Türk Dünya Görüşünün Şaheseri konulu uluslararası
sempozyumu, s.80-114.
Uyanık, M. (2017) “Çağdaş İslam Düşüncesinde Tarihsellik ve Evrensellik
Sorunu”. Kur’an’ın Tarihsel ve Evrensel Okunması. ed. Mevlüt Uyanık. Ankara:
Fecr Yayınları, 175-234.
Uyanık, M., (2017). Barışçıl Bir Dünya İçin İlahi Dinler ve Çoğulcu Evrensellik
Tasarımları. Kur’an’ın Tarihsel ve Evrensel Okunması. ed. Mevlüt Uyanık.
Ankara: Fecr Yayınları, 357-378.
Uyanık, M. (2018a). Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak -Türk
Felsefesine Giriş, Muhafazakar Düşünce Dergisi. 54, 2018, 179-199.
Uyanık, M. (2018b). Türk Felsefesi. Levent Bayraktar (Ed.), Türk Felsefesi:
İmkan ve Ufku içinde (s. 137-191). Eskişehir: Kırmızılar yayınevi.
Uyanık, M. (2019a). Türkistan-Türkiye İrtibatının Kültürel Ürünü: Büyük Oğuz
Bütünleşmesi. Türk Yurdu, 380, 30-34.
Uyanık, M (2019b) Türk Ocağı ve Türk Yurdu Dergisi Üzerinden Türkiye
Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesini Takip Etmek, Türk Yurdu Dergisi, 7. Devre,
cilt 39 (71), yıl 108, sayı 377 (738): 19-25.
Uyanık, M. (2019c), Türk felsefesinin kurucu metni olarak Kutadgu Bilig -Yusuf
Hâs Hâcib’in Tanrı-Evren Tasavvuru Merkezli Bir Okuma- Kutadgu bilig Üzerine
Felsefi Araştırmalar, hazırlayan: Ayhan Bıçak, İstanbul: Dergah Yayınevi,
117-156.
Uyanık, M. (2019d), “İslâm Dünyasında Bilgi ve Bilim Tasavvurunun Yeniden
İnşası: -Fuat Sezgin Merkezli Bir İnceleme”, Keşf-i kadimden vazı cedide islâm
bilim tarihi ve felsefesi, (edit. İbrahim özçoşar vd). İstanbul: Divan kitap,
331-366
Uyanık, M.(2019e).Türk Felsefesi: İmkanı ve Gerekçesi Üzerine Notlar” İslami
Araştırmalar Dergisi, ; 30 (1):8-23
Uyanık, M. (2021), Türkistan-Türkiye İrtibatının Kültürel Sürekliliğini Ahmed
Yesevî Üzerinden Takip Etmek”, Dinî Hayatımızın Temel Taşları: Hanefîlik
-Mâtürîdîlik – Yesevîlik, Dünü -Bugünü –Yarını, Editörler: Sabri Yılmaz, Bülent
Çelikel, (İzmir: İzmir Türk Ocağı Yayını, Eylül.
Uyanık, M. (2022a). Çağdaş İslam Düşünürleri. Ankara: Bilay Yayınları.
Uyanık, M. (2022b), “Yûnus Emre: “Şiîr ve Felsefesi: Varlığın Birliği Öğretisi
Çerçevesinde Okumaya Bir Giriş”. Yûnus Dürür Benim Adım. ed. Ökan Gözel.
182-211. Ankara: Yûnus Emre Ensitütüsü Yayını, 182-211.
Uyanık, M. (2020) Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak, Eskişehir:
Kırmızılar Yayıncılık.
Uyanık, M. (2023a). Açık Toplum İçin Bir Nefes Felsefe. İstanbul: Post
Yayıncılık.
Uyanık, M. (2023b). Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak
-Türkistan-Türkiye Kültürel Sürekliliği Ve Türk Felsefesi Oluşumu Üzerine Bir
Deneme- “Türkiye’de Felsefenin Yüzyıllık Serancamı, Cumhuriyet’in 100.Yılında
Türkiye’de Felsefe, Ankara: Türk Felsefe Derneği Yayını.
Uyanık, M. (2023c). “Din, Lâiklik Ve Sekülarizm -Tanrıyı Politikaya Geri
Getirme ve Dinin Sosyo Politik Araç Olarak Kullanımı Bağlamında Bir
İnceleme-Tesam Strateji Dergisi, 1/12:18-23.
Uyanık, M. (2023d). “Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti Kültürel Sürekliğinin
Simge İsmi: Erol Güngör”, Gelenekten Geleceğe Bir Aydın Erol Güngör II,
edit:Mahmmut Hakkı Aydın, Hüseyin Özil İlhami Aydın, Ankara: Kadim Yayınları,
38—68.
Uyanık, M. (2023e). Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Kuruluş Yılında Felsefeyi
Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak -Türk Felsefesi Üzerine Notlar-Türk Yurdu
(Dilde, Fikirde İşte Birlik), Nisan, 112/428:35-43.
Uyanık, M. (2024a). “İslam ve Bilim Çalıştayı: Müzakere”, İslam ve Bilim,
edit.M.Tekin, İstanbul: Türk Ocakları İstanbul Şubesi Yayınları.17-128.
Uyanık, M. (2024b). “Galip Erdem: Hakk’ın ve Hayr’ın Bilgisini Edinerek Erdemli
Bir Hayat Yaşamak” başlığıyla Galip Erdem -Adanmış Bir Ruh- Hayatı, Mücadelesi,
Eserleri, haz: Ahmet Şahin, (İstanbul: Ötüken Yayınevi, s. 69-91.
Uygur, N. (2012). Türk Felsefesinin Boyutları. YKY: İstanbul.
Ülken, H. Z. (2020). Anadolu Köklerini Arayış, Yay. Haz.: A. Utku, Ankara: Doğu
Batı Yayınları.
Ülken, H. Z. (1982). Türk Tefekkürü Tarihi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
[i] “Bu metin Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve İstanbul
Üniversitesi Sosyoloji Bölümünün ortaklaşa olarak 4-6 Ekim 2004 tarihlerinde
Afyon’da düzenlediği Uluslararası Ziya Gökalp Sempozyum’una sunulmuş
bildirindir.”
[ii] Prof.Dr., Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
kaynak:
https://www.kirmizilar.com/